Köşe Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

”Zeki Ersoy, Gezi Parkı eylemlerinden hemen önce yapılan ve medyanın yine “malum” tavrıyla yer verdiği seks sinemaları baskınını yazdı: “Halkımız haberlerin altlarına kan ter içinde koşup ahlaktan girip aile yapımızdan çıkarak medyanın kendilerine attığı pası 90’a çaktı. Sonunda vardıkları yer onlar için ifade özgürlüğü bizler için de ayrımcılık ve homofobi oldu.”

Mayıs ayında, henüz Gezi Parkı direnişi başlamamış, “2 ağaç” için başlayan isyan dalga dalga diğer şehirlere yayılmamıştı. O günlerde İstanbul’da 3 sinemaya yapılan polis baskınlarıyla Türkiye medyası, “halkı” ve Hürriyet Gazetesi sinema yazarı ve şarkıcı Ömür Gedik seks sineması kavramıyla tanıştılar. Tahmin edeceğiniz gibi hiç de memnun olmadıkları bu tanışma üç kulvarda da birbirinin karbon kopyası tepkilerle kınandı, ayıplandı, cık cıklandı ve kahretmesi üzere Allah’a, hakkından gelmesi için yüce devletimize havale edildi.

Konuya dair haberler alıştığımız bir biçimde sunuldu; gözaltına alınanların hem sinema salonlarında hem de karakollarda gördükleri kötü muamele görmezden gelindi ve baskın bahanesiyle geyler hedef gösterildi.
Basının korkunç, rezalet, inanılmaz, ibretlik, tuhaf, düşündürücü, üzücü bir olay olarak nitelediği baskınlara dair yapılan haberlerde söylenemeyenler okurlar aracılığıyla söylendi.
Halkımız haberlerin altlarına kan ter içinde koşup ahlaktan girip aile yapımızdan çıkarak medyanın kendilerine attığı pası 90’a çaktı. Sonunda vardıkları yer onlar için ifade özgürlüğü bizler için de ayrımcılık ve homofobi oldu.
Gedik de el yükselterek sinemalarda seks yapılmaz deyip kestirip attı. Yapanları da başka kapıya kovdu. O hangi kapı hiçbirimiz öğrenemedik.
Eleştirilerle daha şahlanan Gedik’i parmak sallamalı tweetler kesmeyince konuyu sinema sanatına yapılan saygısızlığa kadar getirdi. Ömür Gedik... Sinema sanatı... Saygı... Evet sevgili okur bunların hepsi oldu.
 

Milliyet Sanat - Asu Maro, Gezi'nin LGBT'lerinden "Benim Çocuğum"a çağrı yapmış.

 
Karşındakini dinlemeye ama öyle önyargılarının perdesi arkasından, yarım kulak değil, gerçekten ‘dinlemeye’ başlarsan; duyduğun şeyi, süzgecini kullanabileceğin bir yüreğin ve aklın da varsa, mutlaka bir şekilde anlıyorsun Gezi Parkı’ndaki direnişin, orada bir süredir devam eden yeni hayatın bence en büyük faydalarından biri, insanların daha önce hiç karşılaşmadıkları başka düşüncelerle, başka yaşam biçimleriyle yakın temas içinde olması.

Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu, önce uzaktan tereddütle bakmak, sonra bir adım yaklaşıp daha yakından incelemek, sonra da yanlarına oturup onları daha yakından tanımaya çalışmak şeklinde tezahür ediyor. ‘Ötekileştirme’ belasından kurtulmanın yegane çözüm yolu da bu noktada devreye giriyor zaten.....


Haber/İlgi Bağlantıları; Tamamı için-Milliyet Sanat

Ferzan Özpetek dokuzuncu filminde, deyim yerindeyse turnayı gözünden vuruyor. Karşımıza gelen belki en iyi filmi değil. Ama olasılıkla en eğlenceli, en sofistike ve en karmaşık yapıdaki filmi denebilir. Bu şaşırtıcı film, geceleri bir fırında kruvasan yaparak hayatını kazanan, ama gözü oyunculukta olan genç Pietro'nun öyküsünü anlatıyor. Pietro bir yandan bu tutkusunu gerçekleştirmeye çalışıyor, öte yandan eşcinsel olmanın hiç de kolaylaştırmadığı özel hayatını düzene koymaya... Roma banliyösünde ucuza tuttuğu büyük ve eski ev, Pietro için yeni deneyimlerin başlangıcı olacaktır. Burada hem yıllar önce bir gece geçirdiği ve unutamadığı yakışıklı delikanlıyı iyice ağırlamak hem de oyunculuğunu geliştirmek için ideal bir mekan bulmuştur. Ne var ki evin beklenmedik misafirleri vardır: Yıllar önce hep birlikte ortadan kaybolmuş ünlü bir tiyatro grubunun üyeleri. Ailelerine ait olan bu evi mekan bellemişlerdir ve hâlâ savaşın sonuna doğru olup biten trajik olayın çözülememiş gizi peşindedirler(...)

Haber Bağlantıları; Sabah.com.tr/ferzanin-en-gay-filmi -Atilla Dorsay


Esmeray


Efendim, bizlere nazaran çocuklar çok daha acımasız oluyor. Çünkü bir yetişkin, transseksüel bir kişinin kimliğini anlayınca ikiyüzlü olabiliyor. Yani ne söylemek istiyorsa, o an söylemek istemiyor ve daha farklı davranıyor. Ama baştan da dediğim gibi çocuklar öyle değil. Riyakârlığı hemen öğrenmedikleri için olabilir. Mesela bir otobüstesiniz veya kalabalık bir yerde. Bir çocuk gelip çok saf bir şekilde, “abla, kadın mısın; erkek misin” diye sorabiliyor. Bunun birçok örneğini yaşadım... Bir gün otobüste gidiyorum. Genç bir kadın ve yanında çocuğu var. Ben önce ablası zannettim ama annesiymiş. O sıra ben de telefonda konuşuyorum. Sesimi duydu çocuk ve yanıma geldi. Dedi ki; “Abla, kadın mısın erkek misin?” Telefon konuşmam bitti ve ben de döndüm, saçlarını okşadım. Kız çocuğuydu ve dedim ki; “Kızım, madem kadın mısın erkek misin diye soruyorsun, neden abla diyorsun?” “Ama ablasın; sesin kalın” dedi. Bu arada annesi de bizi izliyor. Ben de dedim ki; “Yavrum bak, annenin sesi ile teyzenin sesi birbirine benziyor mu? Peki, anneannenle babaannenin sesi birbirine benziyor mu?” “Hayır,” dedi. “Benim de sesim bunların hiç birine benzemediği için sana öyle gelmiştir.” “Aaa, tamam,” dedi. Sonra annesi yanımıza geldi. “Kusura bakmayın, çocuk işte,” dedi, “ama inanın bana sorsaydı, sizin gibi güzel anlatamazdım”. Kadının hoşgörüsü çok hoşuma gitti. Ay, bunu yazarken aklıma bir arkadaşımın oğlu geldi. Çocuk elimizde doğdu büyüdü. Yedi sekiz yaşlarına gelince artık bir şeyler anlamaya başladı. Bir gün annesine sormuş; “Anne Esmeray Abla’nın sesi neden erkek sesi gibi?” Annesi de oturmuş buna benim bütün hikâyemi anlatmış. Çocuk, “ha,” demiş “yani Esmeray Abla’m sütlü nescafe”.

Ay, bu da LGBTT literatürüne düşen yeni bir kavram galiba. Bir gün yine annesi ile birlikte yürüyoruz, çocuk da yanımızda. Çocuğun yanında arkadaşları da vardı. Bu arada bu olay çocuk artık 11 yaşına geldiğinde oluyor. Çocuklar benim konuştuğumu duyunca hemen bizim çocuğun yanına gittiler. Ben anladım benimle ilgili soru sorulduğunu. İki gün sonra annesi bana söyledi: “Civan’ın arkadaşları ona demişler ki, ‘oğlum bu sütlü nescafeyi nereden tanıyorsun?’ O da hepsini susturmuş, ‘annemin arkadaşı, o kadar!’ demiş.” Yukarda da yazdım ya, yeni jenerasyonda da bu kavram var. Sütlü nescafe ne güzel. Anam ne diyim, sütlü nescafe de olduk...(...)

Haber Bağlantıları;  Tamamı- http://facebook.com/esmeray.cadi/posts/10150719763977722

Merdivenlerden aşağı inerken ellerinizin ve ayaklarınızın üşüdüğünü algılamaya başlarsınız. Orada, tam kapının önünde duran bekleme oturaklarında sessiz bir bekleyişin içinde bulursunuz kendinizi. Zaman çok yavaş geçer. Hiç bitmeyecekmiş gibi…

Bir hastane kapısından girdiğimi düşünmek, yalnızca hormon kullanımına başlamak için terapi sürecine adım atmak amacıyla Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gitmeye karar verdiğim gün zor gelen bir eylem değildi. Sağlık sorunlarıyla uğraşan biri için, hastaneler her zaman bir sığınak yeridir. Dok torlardan medet umarsınız. ‘İyileşmek’ adına…

Kadın hastalıkları tabelalı odaların bırakın içine gir mek, önünden bile geçmek dayanılmaz bir sancıdır, çünkü oraya ait değilsinizdir. Hiç olmamışsınızdır.
Regl denen o sistem hatasının 5 ay süreli gecikme gösterdiği günlerden birinde Şişli’de bir kliniğe gitmiştik. Çift katlı otobüsle yaptığımız yolculuk boyunca, ağlamaktan gözlerimin altı torbalaşmıştı. Kimine göre alt tarafı bir hastane yolculuğu, işte ne kadar yorabilir ki insanı(!).
Öyle değildi. Benim için yaşadığım semtten oraya, Şişli’ye gitmek, o kliniğin kapısından içeri girmek…
Evet, burada durun! Daha doktorun odasına girmedik bile. Kayıt için bekleyen o iki kadına doğru yürüdük. O anlık yaptığımız tek eylem bu. İki kişiden biri illa ki hep bir diğerini seçmek zorun da bırakır sizi.
Kimlik istenilecek işte! Şimdi ağzını açtı, biliyorum, bunu isteyecek dersiniz. Ve o beklenmeyen an gelmiş çatmıştır.
Kimlik, kadına doğru uzatılır; o soğuk mermerden bozma zemine çarpar eliniz. Kadın hızlıca uzattığı eliyle sıkıca tuttuğunuz o kimlik kartını kapmaya çalışır.
İçinizden (Ne olur yapma! Şimdi bunu görecek ve orada yazan isimle sesleneceksin bana.) diye geçirirsiniz.
Ve öyle de olur.
Sinirinize hâkim olmaya çalışarak “Hayır benim adım o değil, bu!”dersiniz.
BU, BU, BU, BU…
Kadın hastalıkları tabelalı odaların bırakın içine girmek, önünden bile geçmek dayanılmaz bir sancıdır, çünkü oraya ait değilsinizdir. Hiç olmamışsınızdır.
***
Artık kapısının bir köşesinde kadın hastalıkları ya zan o odaya doğru yürüme zamanıdır. Merdiven lerden aşağı inerken ellerinizin ve ayaklarınızın üşüdüğünü algılamaya başlarsınız. Orada, tam kapının önünde duran bekleme oturaklarında sessiz bir bekleyişin içinde bulursunuz kendinizi. Zaman çok yavaş geçer. Hiç bitmeyecekmiş gibi…
Doktor beyaz önlüğünün her iki cebini de doldurduğu elleriyle koridorda belirir. Annemi tanıdığı için o poliklinikte bana ismimle seslenen tek kişi olma unvanını kazanır.
***
İşte artık o odanın içerisindeyim.
Annem o sistem hatasının gecikmiş olduğunu ve bunun sağlığıma zarar vereceğinden ötürü endişeli olduğunu söyler. Annem sürekli anlatır. Sürekli…
Ter dökmeye başladığımı hissederim. Gözlerim o garip şeye doğru kayar. Bacaklarımı iki yana doğru açmış orada oturduğumu hayal etmeye başlarım. Bunu doktora sürekli tekrarlarım “Beni sakın oraya oturtma. Kaçarım!”
Doktor “Bunu yapmayacağım. Ultrasonografici hazıyla muayene edeceğim” der. Annem endişeli bir şekilde gözlerime diker gözlerini. “Bunu da reddetmek istiyorum!” diyecekken, susarım.
“Ben regl olmak istemiyorum ki, neden zorla olmamı istiyorsunuz?”dediğimde, kadın bu duru mun sağlığımı ciddi derecede tehdit edeceğini söyler. Meme kanseri olmak isteyen biri için, bu oldukça komik bir durumdur.
Sonra kan ilaçları yazılır.
Evet, bunca işkence yalnızca bunun için çekilmiştir. Bir ay gibi bir süre sonra midemi bulandıran o durum gerçekleşir.
***
Bu hayatımdan kısa bir kesit aslında.
Hastanelerde bizler için, kayıt esnasında ve muayene sırasında yaşadıklarımız hep aynı travmadır. Soğuk algınlığı hastalığına yakalandığınızda sırtınızı açıkta bırakacak bantlama işlemini kullanırsınız. Doktor sanki ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyormuş gibi afallar. “Ben transeksüelim. Sen bunca yıllık doktorluk hayatında hiçbir transekseülle daha önce karşılaşmadın mı?” diye geçirirsiniz içinizden.
Yalnızca ağzını aç ve “aaaa…” de desen olmaz mı? dersiniz.


Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği…
Ah! Oraya gitmeye bir gün aniden karar verdim. Yıllarca, yok ben birinin karşısında oturup saatlerce onun sorularına cevap veremem dedikten sonra, kendimi iki dostumla polikliniğin kapısının önün- de heyecanla beklerken buldum.
İçeri girdik. Telefonla diğer dostlarımı da aradım. Dizlerim titriyordu. En çok niçin biliyor musunuz? Kimlikte yazan ismi söyleyecekler diye…
Kayıt için o iyi yürekli amcanın yanına gittik. Onu böyle tanımlıyorum, çünkü bu söylemi hak ediyordu. Kimlik kartında yazılı olan ismi bir kez söyledi ve ben “Hayır benim adım o değil, Emre” de- dim. Sonra “Peki Emre, şimdi bu kâğıdı alıp vezneye ödeme yapmaya gideceksin.” dedi. Bir de heyecanlı olduğumu sürekli tekrarladığım için, “Heyecanlanma, buna gerek yok. Bak göreceksin!” dedi. “Peki” dedim.
Tansiyonum düştüğü için kesme şeker yerine, tuzlu ayran almaya giden benimcanım dostum da yanımıza gelince Şahika Yüksel’in odasının bulunduğu Vedat abinin gülümseyen yüzüyle bizi karşıladığı, geniş bir bekleme yeriolan, o odaya girdik. Yani benim tabirimle küçük bir avluya…
Orada hep adımla çağrıldım. Bu çok güzeldi. Hastanenin veznesinde para ödemesi yaparken sürekli kimlik kartındaki ismi bana doğru yönelten kadın, poliklinik kapısının sağa doğru kıvrılan o kıs- mında kalmıştı.
Ve terapi başladı…
Oraya gitmeden önceki korkum, Berna Hanım’ın ve ondan önce benimle sohbet eden diğer doktorun bana kimlikteki isimle seslenecek olmalarıydı. Lakin ben bunun cevabını grup terapilerine başla- yan bir transerkek dostumdan almıştım.
“Hayır abi, orada adımızla sesleniyorlar…”
EMRE KORLU
LUBUNYA DERGİSİ 9.SAYI

Haber Bağlantıları;

Sinema tarihinin ikonlarından biri daha sandıktan çıkıyor: James Dean. Serseri, masum, yetenekli, gizemli, çok yakışıklı... Ve eşcinsel!



Şokta mısınız? Yaz aylarında gösterime girecek olan ve Dean'in hayatını konu alan "Joshua Tree1951" adlı film öyle diyor!



Dünyanın kutsal sinema adresi Hollywood, yıldızlarını hayatta tutabilmek için her şeyi yapıyor. Daha Marilyn Monroe'nun farklı bir yüzünü gösteren "Marilyn İle 1 Hafta" filminin ateşi sönmeden, başka bir efsane, James Dean'in "bilinmeyenlerini" anlatan "Joshua Tree, 1951" filmi gündeme geldi.


Hollywood'da sık rastlanmayan bağımsız yapımların ve alternatif yönetmenlerin arasında en çok göze çarpanlardan Matthew Mishory, Joshua Tree 1951'in senarist ve yönetmeni. Bu film için 2 senelik bir araştırma yapmış. Mishory şöyle diyor: "Milyonlar için Dean, altın çağın kirlenmemiş bir ikonu. Ama benim gibi dışardan bakanlar için, o daha karanlık, daha kusurlu ve daha gerçek bir şeyleri temsil ediyor."......... 

Haber Bağlantıları; Heja Bozyel-Habertürk

Bekir Coşkun'un Egemen Bağış'a laf yetiştirmek üzere kaleme aldığı homofobi içeren yazısı, "biz tecavüzcüler" den;

Gazetecilere yakıştırdıkları sıfatlar:
Tinerci...
Gaspçı...
Terörist...
Darbeci...
Yalancı...
İhanet içinde...
Kökü dışarıda...
Suiniyeti ortada...
Katil...
Alçak...
Ve nihayet; tecavüzcü...
Bir pezo olmadığımız kaldı maazallah...
 Kendisi bugün itibariyle özür dilemiş olsa da, unutulacak değil; Coşkun'dan Homofobi Özeleştirisi




Haber Bağlantıları;http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=320784


Amerikan siyasi tarihine eşcinsel bakışı
J. Edgar Hoover’ın gözünden 1920’lerin söz gelimi komünistlerine, 1930’ların Büyük Bunalım dönemi gangsterlerine, 2. Dünya Savaşı’nın arifesinde ortaya çıkan Alman ve Rus ajanlarına, 1950’lerin komünist avına ve hatta 1960’ların Martin Luther King’in direnişi ile JFK suikastiyle çalkalanmasına uzanan süreci masaya yatırmış. Bu eşcinsel kanun adamının; evinde asistanı ya da sevgilisi ile geçirdiği zaman dilimi bu eşikler atlandıkça daha da duygusal ve içinden çıkılmaz bir hale gelmiş. Bu da ‘suçlu-gangster’ yakalayıp veya başkanlara kafa tutup öne çıkma hırsının sonraki dönemde ‘dinginlik’e transfer olmasına yol açmış.
Bu durum Eastwood’un onu birey olarak incelerken son bölümde tamamen kapalı mekanda resmetmesini sağlamış. Özellikle kendi yönetmenlik görüşüne sınıf atlatan “Sahtekar”da (“Changeling”, 2008) tanıklık ettiğimiz 2.35:1’de siyah-beyaz sinemanın estetiğini canlandırma düşüncesini, değişken bir şekilde ‘psikolojik durum’ için kullanması da sürpriz değil. Zira o dönemin hakim chiaroscuro ışık oyunlarının ve gri tonun etkili olduğu görsel yapının, siyah ile beyaz arasında ya da ‘karanlık’ ile ‘aydınlık’ın keskin ayrımında bir araya gelmesi; melankolik, muhafazakar ve kötücül bir duyguyu seyircinin derinden hissetmesini sağlamış.


Haber Bağlantıları;
Kerem Akça: haberturk.com/haber/haber/720907-haftanin-en-iyisi-j-edgar
http://www.imdb.com/title/tt1616195/



Uğur Vardan, Stargazete'nin yazarı İhsan Kabil'in "Tartışmaya ‘açık’ filmler" yazısıyla, lgbt filmleri Kültür Bakanlığı'na ispiyonladığını yazıyor...

Nasıl bir noktaya geldik böyle? Geçmişin 'derin görünümlü' kültür-sanat erbabı, artık ihbarcılığa soyunuyor, festival filmlerini topluma ve bakanlığa ispiyonluyor. Yeni bir 'İhbar hattı


12 Eylül 2010 referandumu ile zaferini ilan eden AKP’nin sıradan bir burjuva hükümeti olmadığı, rejim değiştirmenin rutin bir hükümet icraatı olarak görülemeyeceğini tespit edenlerin karşısına “AKP’ye değil sisteme karşı çıkmalıyız” teziyle dikilenlerin, AKP’nin bazı yönlerden “sistem dışı” olduğuna inanmak istemelerini anlayışla karşılamayı imkânsız kılacak günlerden geçiyoruz.
Sınıf hareketinin organik parçaları olmayan, bununla birlikte toplumsal muhalefetin dinamik unsurlarını oluşturan Alevi ve Kürt hareketlerini etkisizleştirmek için, söz konusu kesimleri “kendi suretinde” yeniden yaratmayı deneyen, ancak Alevi ve Kürt kimliklerini din potasında eritme konusunda umduğu başarıyı yakalayamayan AKP, 12 Haziran’da elde ettiği %50 oy oranıyla rahatlamış görünüyor. İktidar için rahatlamak, toplumun gerilmesidir. AKP’nin Alevi ve Kürt meselelerinde başvurduğu “ger-gevşet” yöntemini “gergin tutma” ile yer değiştirmiş durumda. Alevilere sövülmeyen, Kürtlere kelepçe vurulmayan tek bir gün geçmez iken insan merak etmeden edemiyor: 2. Cumhuriyet’te LGBT’lerin yeri ne olacak?
Aliye Kavaf’ın LGBT görünürlüğünün ivme kazanmasına yol açmak haricinde kayda değer bir sonuç vermeyen “hastalık” çıkışının, AKP’nin bu başlıkta elini güçlendirmediğini düşünüyorum. Hatta Kavaf’ın yeniden aday gösterilmemesini buna da bağlamak bence mümkün. İktidar için Alevi ve Kürt hareketlerini püskürtmek temel strateji iken, sıra LGBT (Lezbiyen Gey Biseksüel Trans) hareketine geldiğinde amaç hareketin hiçbir zaman bu kadar baş ağrıtacak ölçeğe ulaşamamasını sağlamaktır. Kavaf’ın densizliği AKP’nin başını ağrıtmıştır.
Esad rejimi ve Cemevi tartışmaları üzerinden Alevilere, ardı arkası kesilmeyen KCK operasyonlarıyla Kürtlere yapılan saldırının amacı bu kimliklerin görünürlüğünü budamak değil, söz konusu kesimlerin toplumsal muhalefet içerisinde tuttukları alanı daraltmaktır. Bu saatten sonra mumsöndü ve kart kurt hikâyelerinin hiç bir işlevi yoktur. “Kavaf taktiğinin” ters teptiğini söylemiştim. Son iki yıldır gerçekleşen Onur Yürüyüşlerinde kadraja sığmayan kalabalıkları bir araya getirmeyi başaran LGBT hareketini bekleyen saldırı şu aşamada püskürtülme değil, olsa olsa marjinalleştirilme olabilir.
LGBT görünürlüğünün önünü kesmek için ise iktidar geç kalmış sayılmaz. AKP bir yerde bunu başarmak zorundadır. Kâh çalıştay düzenleyerek, kâh açılım yaparak kendi Alevi ve Kürt “cemaatini” yaratmayı deneyen iktidar partisinin, siyasal islamla barışık bir LGBT toplumu yaratması değilse bile, yaratması durumunda bu toplama temsil ehliyeti atfetmesi mümkün değildir. Bilmem hatırlatmama gerek var mı, İslamcılara göre eşcinsellik günahtır!
AKP’nin kendi suretinde yeniden şekillendirmeye girişemeyeceği, etkisinin yükselmesine kayıtsız kalamayacağı, öbür yandan ikinci bir Kavaf vakasından çekindiği için şimdilik doğrudan hedef almayı tercih etmediği LGBT hareketi, 2. Cumhuriyet’in baş belalarından biri olmaya adaydır.
Burada bir parantez açmam gerekiyor. Büyük bölümü seks işçiliğine itilen transları ve dayanışma örgütlerini hedef alan polis şiddetinin, tam da “kendiliğinden görünür” olan bir kimliği hedef alması tesadüf olamaz. Tıpkı kadın olmak gibi, trans olmak da kendiliğinden görünürdür, tesettüre girmedikçe “açık hedef” olmaya müsaittir. Dolayısıyla trans görünürlüğünün önüne geçmek için düzenin saldırmaktan, trans hareketini püskürtmekten başka seçeneği yok. Transların LGBT toplumu içindeki bu özgün yerini her daim akılda tutmayı önererek parantezi kapatıyorum.
Gizlisin sen gizli kal
Kaldığım yerden devam edersem, geriye LGBT bireyleri “gizli kalmaya” teşvik etmek kalıyor. Kimsenin alnında Alevi veya Kürt yazmadığı malum, söz konusu kesimler kitlesel ve kararlı hak mücadeleleri sayesinde kendilerini görünür kılmayı başarmış, bu kimlikleriyle kabul ettirmişleridir. LGBT görünürlüğünün böylesi bir düzeye ulaşmasının önünü kesmek, AKP’nin ilk aşamadaki stratejisini oluşturacaktır.
AKP’nin parolası belli: “Gizli olanları muhafazakârlaştır, açık LGBT’leri marjinalleştir”. LGBT bireylerinin islamizasyonundan söz etmek, kesinlikle iktidarın kendi güdümüne girmiş bir LGBT hareketi yaratmayı hedeflediğini söylemek anlamına gelmiyor. İslamizasyonla murat edilen zaten LGBT’lerin atomize olmuş bireyler olarak kalmalarını sağlamak, hak talepleri üzerinden siyasallaşmalarının önüne geçmektir. Nihayetinde siyasal pratikler, bir harekete evirilmek, sokağa çıkmak vs. görünür olmaya giden yolu döşeyen taşlardır.
İktidar açılmamayı, gizli kalmayı nasıl özendirebilir? Heteroseksüelliğin doğal, hayatın akışına uygun bir durum olarak resmedilmesi, neslini devam ettirmenin kutsanması, aile kurmanın huzura giden yolda geçilmesi zorunlu olan bir safha olarak gösterilmesi vs. kısaca zorunlu heteroseksizm ve aile ideolojisi sayesinde bu büyük ölçüde başarılabilir. Evli eşcinsellerin sayısındaki artışın burjuva ailesinin krizini derinleştirmesi ise kaçınılmaz.
Heteroseksüel ve dindar bir hayat sürmeyi reddeden LGBT’leri ise marjinalleştirilme saldırısı bekliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fadime Şahin “milli ve manevi değerlere” ters düşmekte ısrarcı olmamaları yönünde LGBT’leri uyarıyor: Aile korumaya öncelik veririz, bu arada eşcinsellerin yaşam hakkını da koruruz. [1]
Mücadelesinin merkezine eşit yurttaşlık haklarını elde etmeyi koyan LGBT hareketine ölüm gösterilmekte, yaşam hakkının dokunulmazlığı ile yetinmeleri salık verilmektedir. Heteroseksüel aile değerleri ile LGBT’lerin yaşam hakkının takas edilebilir durumlar olarak gösterilmesi, gizli bir şantajdır. Dört duvar arasına hapsedilmek, kamusal alandan dışlanmak istenen LGBT görünürlüğünün bu sayede marjinalleşmesi hedeflenmektedir.
Son yıllarda ivme kazanan LGBT hareketi kendisine yöneltilen şantajı kabul etmez, daha geniş hakları için mücadele etmeyi sürdürür ve görünürlüğünü arttırma girişimlerine devam ederse, AKP’nin stratejisinde ikinci aşamaya geçmesi, hareketi püskürtmeye ve sindirmeye yönelik araçları gündeme alması kaçınılmaz olacaktır. 2011 Onur Yürüyüşüne katılanlar Şişli’de sıkılan gazdan etkilenmişlerdi. Gazın adresi bu sefer yürüyüş güzergâhı olabilir.
Yazdıklarım felaket tellallığı olarak görülmemeli. LGBT hareketinin son yıllarda elde ettiği mevzileri koruyabilmek için, hiç de savunmacı bir karakter taşımak zorunda olmayan, ancak son derece uyanık ve ilkeli bir mücadele hattı oluşturması gerekiyor. Hareketin orta sınıf ağırlıklı gevşek yapısını daha sosyalizan unsurla konsolide etmek ertelenemez bir görevdir.
Tunca Özlen
twitter.com/T_unca
[1] Hürriyet Pazar, 28 Ağustos 2011, Fadime Şahin ile röportaj.





Haber Bağlantıları; Sol.org.tr -2. Cumhuriyet’te LGBT’lerin Yeri Ne Olacak? (Tunca Özlen)

Çarşamba, 15 Şubat 2012
10 Şubat 2012 Cuma günü, İzmir Yenikapı Tiyatrosu’nun organize ettiği Fransız Kültür Merkezi’ndeki Cadının Bohçası oyununda, bayağı yaşlı bir amca oyunu izlemeye gelmişti. Ön sıralarda pür dikkat oyunu izliyordu. (Oyun anlatım ve interaktif olduğu için yer yer görebiliyorum izleyenleri.) Oyun arasında amcanın yaşını da öğrendim; 85 yaşındaymış.

Oyunun ikinci bölümü başladı ve amca ayağa kalktı, bağırdı. Eyvah! dedim, amca ne yapacak şimdi? Ya küfür ederse ya da benzeri bir şey derse diye düşünürken... “Yavrum, sana ne acılar çektirmişler” dedi. Ben sana kurban olayım. Gel seni öpeyim! Diyarbakırlıyım ben de, dedi amca. Koştum, amcanın elini öptüm; sarıldı bana. Oyun bittikten sonra amca beklemiş beni, yine bağırdı bana. “Hemşerim gel sana gene sarılayım, gideceğim” dedi. Gittim, sarıldık amca ile. “Aslında ben Diyarbakırlı değilim” dedi. Kızı fotoğrafımızı da çekti, vedalaştım.

Aslında İzmirli olan ama bir anda kendini Diyarbakırlı hisseden amcadan sonra beni bir yere davet ettiler Yenikapı Tiyatrosu’ndan arkadaşlarım. Kahve içmeye gittik. Sohbet esnasında arkadan bir kaç kişi de farklı tepkiler göstermiş. Önce Kürt oluşuma sonra da travesti oluşuma... “İ..., ne diye oyuncu olmuş, bundan oyuncu mu olur?” demişler hatta. Farklı tepkiler olunca susmuşlar. Aslında çok güzel! dedim arkadaşlara; herkesin ezberi farklı, kimisi bozuluyor işte, kimisi de yüzleşemiyor kendileri ile. Kimi sevimli amca gibi dayanamayıp bağırır, kimisi de aynaya bakmaya korkar, diğer işi hakarete vardıran eleştirenler gibi...

Haber Bağlantıları; Tamamı KaosGL



“İçinde gey, lezbiyen gibi kelimeler kullanılan her şey kesinlikle yasak. Sadece söylemde yasak olsa, bununla da kalmıyor RTÜK. Eşcinsel bireylerin televizyona çıkması da yasak.

Gerekçe şu: “Müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve bu tür yayınlar eşcinselliği özendirici yayınlar olur.”

Korkulan şey bu…



Zaten bütün alanları dar ettiğiniz eşcinsel ve trans bireyler kendi imkanları ile yarattığı, ürettiği ürünleri, önemli bir alan olan, görsel medyada neden kullanamıyorlar?

Kendilerini var etmelerini neden yasaklıyorsunuz?

Gey, lezbiyen, travesti, transseksüel kelimeleri bu ülkede yasak mı?

Kağıt üzerinde ben böyle bir yasak görmedim.

Hangi hukuka dayanarak yasaklıyorsunuz?

Eşcinsel beraberlikler de bu ülkede yasak değil. Peki siz hangi hakla yasak koymuşsunuz?

Bu durumda sormak isterim, savcılara, hukukçulara RTÜK bu yasakları yaparak suç işlemiş olmuyor mu acaba?”



Haber Bağlantıları; http://www.taraf.com.tr/esmeray/

Vatan Gazetesi'nin bugünkü manşetlerinden biri; Mustafa Mutlu'nun, Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun'la yaşadığı "erdem" tartışmasını alevlendirmek için kullandığı başlıktı.


Bu haber LGBT'lerin askere alma süreci içerisinde yaşadıklarını/yaşayacaklarını etkilemesi açısından önemli fakat, yazıyı okuduğunuzda yazarın derdinin bu olmadığını anlıyorsunuz.

Bağcı kavga ederken, biz üzümünü yiyelim. 

Genelkurmay, Zenne’deki korkunç iddialar hakkında neden açıklama yapmıyor?
Geçen hafta vizyona müthiş bir film girdi; izlemediyseniz bile eminim ki duymuşsunuzdur! Ayrıca; entelektüel bir subay olarak mutlaka izlemenizi öneririm. Senaryo, yönetim, çekimler, oyunculuk ve müzik gerçekten mükemmel...

Adı, Zenne...

Konusu; sizin mesleğiniz için hayli zor... Ama böylesine yüce bir kurumun basın sözcülüğünü üstlenmiş bir “komutan” olarak, bu filmdeki “iddialara” açıklık getirme görevinin de zat-ı âlinize düştüğüne inanıyorum.
 ...
Bu “sessizlik” ne anlama geliyor Sayın Kavun?

İnanmak bile istemiyorum ama böyle bir uygulama gerçekten var mı?

Varsa bu, Anayasa’daki ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki kişilik haklarına tecavüz anlamına gelmiyor mu?

Bu insanlık dışı ayıba katılanların, izin verenlerin ve bunları uygulayanların, Irak’taki ya da Afganistan’daki esirlere cinsel tacizde bulunan ABD’li askerlerden ne farkı kalıyor?

Ve siz; koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimi olarak, böylesine küçültücü bir iddiaya nasıl oluyor da hâlâ yanıt verme gereği duymuyorsunuz?
DN: An itibariyle, Vatan'da yazyıla ilgili 23 yorum var ve 2 si hariç, hepsi de Tsk ve hükümetle ilgili.



Haber Bağlantıları;
 Genelkurmay, Zenne’deki korkunç iddialar hakkında neden açıklama yapmıyor?
Genelkurmay’dan arayıp, ‘erdem’imi sorguladılar..




Bu ülkede bir İçişleri bakanı bunları söylüyorsa hangi eşcinsel ya da hangi gayrimüslim kendini güvende hissedebilir? Bu ifadelerden birilerinin vazife çıkarmasına şaşılacak bir yerde yaşamıyoruz neticede.  





Haber Bağlantıları;

Hayatımızın Bakanı - Özgür Mumcu Radikal

Posta kutusuna düşen mesajın başlığı ‘Lezbiyen terapi’ydi. Hüseyin Kaçın isimli psikolog, mahir olduğu terapi türünü tanıtıyordu.
Kişisel web sitesinde ‘sigara bırakma’, ‘sosyal fobi’ ‘sınav kaygısı’ gibi konu başlıklarından ayrı olarak ‘eşcinsel terapi’ bölümü açılmış. Şöyle diyeyim, www.escinselterapi.net yazdığınızda, doğrudan www.huseyinkacin.com açılıyor. Bu terapi çeşidi, o derece alametifarikası yani kendisinin.
Sitenin forum kısmında kâh psikoloğumuzun kaleminden, kâh kendisine başvuranların ağzından dökülenleri okuyabiliyorsunuz. Şüpheci yanımı bastırıp orada okuduğum bütün hikâyeleri doğru kabul edeceğim. Mesele başka çünkü... Devamı-Tamamı-Radikal /Pınar Öğünç

Blogger tarafından desteklenmektedir.